Hazır Karadağ'a kadar gelmişim. Gezmiş dolaşmışım. Vizem yoksa Allah'ım var dedim ve civardaki mümkün olan en vizesiz ama güzel balkan ülkelerini gezmeye karar verdim.
Niyet ettim niyet eyledim bu ayın ecnebi ülkesiilsdşlkvs pardon pardon bu böyle bir şey değildi...
Kendi halimde düşünürken bir arkadaş konuya balıklama dahil oldu ve hadi dedi gidelim. Yaa dur, etme eyleme derken ki Terazi burcu dengesizliğini bilenler bilir belki de yerimden kalmayacakken kendimi Airbnb'de ev bakarken buldum.
Ev çiçek gibi. Ev dediğim de oda aslında ama olsun şehrin merkezinde sonuçta. Bebek gibi bir bina, pavyon gibi rengarenk jakuzisi bile var. Biz düştük eve dedik ki tamam kardeşim tutalım. Zaten ev 60 yüro. 30-30 vericez bedavadan biraz pahalı.
Sıra geldi neyle gideceğimize. Tatil arkadaşım bu sündüre sündüre, kemiğin içindeki iliği emcükler gibi tadını ala ala yapmak lazım. Tam düşünürken aklıma pasparlak bir fikir geldi.
TRENLE GİDELİM!!
Otuz yıllık ömrümde trene mi bindim hiç. Pek de özenmiştim şu Doğu Ekspresine. Kompartmanı süsler, ledlerimizi takarız diye fantazi kurarar kendimizi Podgorica Railway Station'da (öhöm bildiğiniz gar işte yahu. Havalı oluyor diye uzun yazdım) bulduk. Tarzancayla karışık Google Translate Sırpça'sıyla anlaşıp 2 bilet 1 de kompartman aldık. Hem de yataklı. 50 yüro ödedik toplamda. İki gün boyunca kime trenle gideceğiz dediysem bıyık altından rezil, gururlu ama mağrur bir pis gülüşle karşılaştım.
Abileyimmm, ablalayımm payam vay vay benim payam. Ne olurdu baştan söyleseydiniz?
Yolculuk günü geldi. Akşam saatleri. Yarım saat gecikmeyle birlikte kara bir tren geldi. Kara tren gecikir belki hiç gelmez dedirten cinsten. Bu kara tren meğerse 2. Dünya Savaşından kalmış. Mübalağa etmiyorum bu arada. Gerçekten 2. Dünya Savaşından kalan trenler hala çalışıyor diye kullanıyorlarmış. Kısa süreli bir şoktan sonra "Ohaaağğğ tarihi bi yolculuğğğkkk" kepazeliğiyle kendimizi heyecanlandırıp trene bindik.
O DA NE !!!
Biletlerdeki numaralar bizi 3. sınıf bir kompartmana götürdü. ALTI (6) KİŞİLİK!
Öyle küçük ki yanya asla sığmıyorsun. 3 sağda 3 solda olmak üzere üst üste sedyeler şeklinde kaşık yataklar var. oturamıyorsun üstündeki sedye buna müsaade etmiyor. Öteye döneyim diyorsun başkasının dizleri senin ağzında neredeyse.
Dedik ki yooook ya burası bizim değildir. Geri dönüp görevli bulduk. Tarzanca derdimizi söyledik. Aldı bizi aynı yere getirdi. Ya hayır diyoruz HAYIR !!! GERİ GİTTİKÇE BUMERANG GİBİ YİNE GETİRDİ BİZİ. Boşver Sırbistan mırbistan gel inelim dedik.
Tam kapıya doğru yöneldik ki kapıların şaak diye kapanmasıyla trenin hareket etmesi bir oldu.
ŞU DAĞLARDA KAR OLSAYDIM OLSAYDIM!!
Bu şok ilkinden biraz daha uzun sürdü ama buna ayıracak vaktimiz yoktu. 30-35 santim genişliğindeki koridorda kalakaldık. Bari dedik trenin restaurantından su, bira falan alalım. Orada otururuz. Ama durun bakalım. Kader ağlarını örmüştü bir kere.
NEMA RESTAURANT - NEMA TOILET - NEMA VODA - DA 11 SAAT YOLCULUK
El mahkum gittik kompartmana. Üstte neyidüğü belirsiz biri Habeş Maymunu gibi iki hamlede en üstteki ranzaya attı kendini. Oralar için yetkili bir abiye benziyordu. Kendimizi hemen telefonlara gömdük ancak böyle geçerdi bu yolculuk. Fakat bu huzurumuz yarım saat sürdü sürmedi. Hatlarımız çekmemeye başladı. Üstelik asla sorun olmadığı söylenmişti. Telefondan kafamı kaldırdığımda karşımda Bosna'lı bir amca gördüm.
Ehehehe yok yok öyle değil senin de için fesat. Çok iyi bir amcaydı. Sabaha kadar Bosna'yı savaşı yaşadıklarını anlattı. Torunlarına gidiyormuş o da. Bize torunları için aldığı şekerlerden verdi. Açlıktan ölecek noktada pek de iyi gelmişti. Zaman nasıl geçti anlamadım ama hayatımın en rezil yolculuklarından biriydi diyebilirim.
Sohbet sohbeti açarken sabah olduğunu farkettim. Ama çıkardı küçük valizinden ıslak mendilini önce elini yüzünü sildi, saçlarını taradı, üstünü başını düzeltti, misler gibi parfümünü sıkıp inmeyi bekledi.
Çok iyiydin be amca selâm olsun sana !!!
Tren durdu ve artık Belgrad'daydıkkk....
**Belgrad seyahat blogumu "Gezilerim" alanında bulabilirsin. Çünkü o gezilerimi ilgilendiren bir konu ben burada yaşadığım fakr-u zarureti anlattım. Harap ve bitap bir 11 saatti... Aynı eski sevgilim gibi. İlk gördüğümde aşırı heyecanlıydım. Ayrılırken "Attooğ bu ne b*htur başıma yauğ" bilinmezliğine dönüşmüştüm.